Balkanların Kültür ve Tarihi İle Tanışın
Balkanlar, Avrupa kıtasının güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası'nın doğusu, Anadolu'nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölgedir. Bölge, sarsıntılı ve hareketli bir tarihe sahiptir.
Bölge, coğrafi konumu gereği birçok açıdan ikiliğin bulunduğu bir yer olmuştur. Tarihte Latin dünyası ile Grek dünyası arasında, sonraları ikiye ayrılan Roma kültüründe Katoliklik ile Ortodoksluk arasında paylaşılmıştır. Bu devirden sonra bölgeye eklemlenen Müslümanlık da, Balkanlar'daki çok renkliliği şekillendirmiştir.
Tarih boyunca Avrupa'nın hiçbir bölgesi Balkanlar kadar saldırı, istila ve işgale uğramamıştır. Uzun tarihi boyunca sık sık, özellikle kuzeyden ve doğudan gelen değişik orduların saldırısına uğrayıp ele geçirilen bölge, küçüklü büyüklü birçok ulusun yaşam alanı olmuştur. Balkanlar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Sırplar, Türkler, Avusturyalılar ve daha başka uluslar tarafından uzun yıllar boyunca yönetildi. Balkanlar'ın yerli halkı olan bazı topluluklar, kısa süreli dönemler hariç tarih boyunca hep başka milletlerin idaresi altında yaşamışlardır.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana gerek coğrafi, gerek bölgesel, gerekse iklimsel faktörlerin etkisiyle toplumları birbirinden ayıran özellikler ortaya çıkmıştır. Zaman içinde milletler doğmuş ve her millet kendi değerlerini taşıyan kültürel yaşam biçimini oluşturmuştur.
Çeşitli faktörlerin yanı sıra, toplumların üzerinde yaşadığı coğrafya da insanların yaşam biçimlerini belirlemede oldukça etkin durumdadır. Bu kimi zaman din, dil, inanç, yaşam biçiminde olduğu gibi örf ve adetleri de etkisi altına almıştır. Dünyanın farklı bölgeleri göz önünde bulundurulduğunda verilen bilgiler teorik alandan çıkıp gerçekte var olduğunu görmek mümkün.
Aslında Balkan coğrafyası ve burada yaşayan milletlerin tarihçesini anlatmaya uzun uzadıya yazılar gerekebilir. Bu toprakların tarihçesi en eski uygarlıklara dayanmaktadır. Aynı zamanda birçok millet ve etnik kökenin yaşamış ve yaşıyor olması Balkanların tarihini anlamayı daha da zor hale getiriyor.
Önce terminoloji ile başlayalım. Kelime olarak Balkan sözünü incelediğimizde aslında bu coğrafyaya dair genel bir fikir oluşturmak mümkün. "Bal" ve "kan" kelimelerinden türeyen Bal-kan sözcüğü bu topraklarda hem güzel hem de tarih savaşlarında emdiği kanları anlatan özet bir bilgiye benzetilebilir. Bir diğer anlamı ise Türkçe'nin yöreye göre değişen bazı ağızlarında Balkan kelimesi "dağlık bölgeleri" tarif etmek için kullanılmakta hatta doğrudan "dağ" anlamına gelmektedir. Öyle ki kelimenin ikinci anlamı da bu yarım adanın coğrafi özelliğini ortaya koyuyor.
Balkan tarihçesine şöyle bir bakacak olursak stratejik olarak savaşların merkez noktası olmuş denilebilir. Birçok imparatorluğu üzerinden geçiren bu yarım ada özellikle Dünya Savaşlarında çatışma noktası haline gelmiştir. Bunun temelinde yatan meseleyi Balkanların bulunduğu konumun ticarete elverişli olması ve birçok milletin bir arada yaşamasına bağlayabiliriz. Hele ki kapitalizmin hüküm sürdüğü bir yakın tarihten söz ediyorsak büyük güçlerin bu topraklarda hakimiyet kurmaya çalışmaları kaçınılmaz hale gelmiştir.
Balkanlarla ilgili diğer bir bilgi de bu kadar küçük coğrafi alana sahip olup birçok milletin bu topraklarda yaşamasıdır. Gerçekten de bu milletlerin büyük bir kısmı bu toprakların yerlisi olduklarını iddia etmektedirler. Bunun sebebi ise çeşitli imparatorlukların yıllarca hüküm sürmesinden kaynaklanmaktadır. Bir örnekle anlatılacak olursa, Osmanlı İmparatorluğu iskan politikasıyla Balkanlar'a Anadolu Türkler'ini yerleştirmiş ve 550 yıl hakimiyetini sürdürmüştür. Osmanlı, Balkan Türklerine Evlad-ı Fatihan (Fethedenlerin Torunları) adını vermiş ve İmparatorluğun bir parçasını da bu topraklar oluşturmuştur. Belki bir parçası demek bölgenin Osmanlı için taşıdığı önemi anlatmada eksik kalacaktır. Çünkü bu topraklar Osmanlı'nın merkezini oluşurmuş, Avrupa ile İmparatorluğu birleştiren bir köprü vazifesi görmüştür. İmparatorluğun merkezi olmasından kaynaklanan bir durum olacak ki bu topraklarda Türk dili, medeni kişilerin dili olarak bilinmiştir. Türkçe konuşmak, Türkçe bilmek medeniyeti temsil etmiştir.
Yüzyılların geçmesiyle birlikte burada yaşayan Türkler bu toprakları sahiplenmiş ve kendilerini göçmen adıyla tanıtmamışlardır. Aynı şekilde Sırplar, Makedonlar, Boşnaklar, Arnavutlar, Hırvatlar, Ulahlar, Pomaklar ve bu gibi birçok etnik gurup da Türkler'in söylediklerinden farklı pek bir şey söylememektedirler.
Karmaşık tarihini bir kenara bırakacak olursak, Balkan topraklarının en güzel özelliklerinden biri de bu yarım adanın kendine has, dünyanın diğer kültürlerinden sıyırıp onu öne çıkaracak bir kültür, gelenek, örf ve adetlerinin olmasıdır. Denilebilir ki bunca millet bir arada yaşayıp hem kendi kültürünü koruyabilmiş hem de kimi zaman kültürlerarası bir harmanlama yapılıp daha zengin bir yapı ortaya çıkarılmıştır.
Kültürden söz ediyorken yöresel kıyafetleri de unutmamak lazım. Belki de Balkanları diğer pek çok yerde tanıtan en önemli öğe bu olmuştur. Birçok kişi için Balkanlar deyince oluşan profil yöresel kıyafetler içinde olan kişilerdir. Her bölgenin kendine has rengarenk giyisileri mevcuttur. Bunun yanında bir diğer vurgulanması gereken nokta da Balkanların müziği olmuştur. Neşeli müzikleriyle dünyaya ün salmıştır. Hele bir Rumeli Türküsü çaldı mı sokakların neşesi yerine gelir.
Tabii mutfak kültürünü de unutmamak lazım. Balkanlardaki insanlar misafirlerine kahve ikram etmekle meşhurlardır. Günde beş fincan kahveyi başka hangi toplumdaki insanlar içebilir ki? Bunun adı "Kahve sevdası"…
Kültürün yanı sıra diğer vurgulanması gereken konu da burada yaşayan milletlerin inancı. Aynı ülke, aynı şehir hatta aynı mahalle içinde iki ya da ikiden fazla farklı inanca sahip insanların yaşadığını söyleyebiliriz. Bu zaman zaman patlak verip çatışmalara hatta savaşlara neden olsa da yine de demokratik açıdan olumlu bir şekilde değerlendirilebilecek bir konudur. Müslüman ve Hristiyan dini inancına sahip milletlerin aynı bayrak altında yaşıyor olması özellikle son zamanlarda çok örneği verilebilecek bir durum değil…
Ostrožac Kalesi
Bosna-Hersek`in kuzey doğusunda bulunan Bihaç şehri yakınlarında, Cazin adlı küçük bir sevimli bir şehir bulunur. Bu şehrin belki de en önemli özelliği Ostrožac kalesidir. Türk kalesi olarak da bilinen bu yapı durumu günümüze kadar korunmuş en iyi kalelerden biridir. Tarihi 1286 yıllarına giden kale 1577 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Türk kalesi olarak anılmasıda bu sırada başlıyor.
17. yy ortalarda Bosna bölgesinin merkezi Ostrožac`tı ve kale Beširević ailesinin yönetimindeydi.
Karlofça antlaşması sonrasında en uç kale olmasından dolayı altın çağını yaşayan kale, 1896 yılında Beširević ailesi tarafından, Lothar von Berks`e satılmıştır, 1902 yılında restore edilen kale yeni dekorasyonu sonrası Ostrožac`a gelen ziyaretçiler tarafından masal şehri olarak anılmaya başlamıştır.
1946 yılına kadar Berks ailesinde kalan kale bu tarihten sonra Yugoslav yönetiminin korumasına alınmış olup, İkinci dünya savaşı sırasında kışla olarak da kullanılmıştır. Günümüze kadar herhangi bir arkeolojik çalışmanın yapılmamış olması nedeniyle, şehir ziyaretçileri tarafından hala gizemli olarak anılmaktadır.
Pocitel
Bu küçük oryantal şehir olan Poçitel; Mostar, Hutovo Blato ve Adriyatik Denizi arasındadır.
1383 yılında Bosna Kralı I. Stjepan Tvrtko tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Hersek bölgesinin hayat kaynağı olan "Neretva"`nın yanında bulunan şehir, Osmanlıların geçmişte sınır kasabasıydı. Batıdaki en büyük rakipleri olan Venediklilerle sınır komşusuydu. Evliya Çelebi 1664`te Poçitel`e yaptığı ziyarette "Poçitel kaşesi küçük ama sağlam bir yapı. Kalede surlar, kuleler ve komutan eviyle, ambarlar ve küçük bir cami de yer almakta. Kale dışında 150 hane bulunmakta. Evler taş, tuğla ve kiremitten yapılmakta. 1562`de yapılmış bir de köy camisi bulunmakta" yazmıştır. Daha sonraları eklenen kervansaray ve saat kulesi dışında, şimdi ki halini birebir anlatmıştır Evliya Çelebi.
Şehir, savaş sırasında Hırvatların yoğun bombardımanna tutulmuş, Osmanlı izleri silinmeye çalışılmıştır. Savaş sonrası Türkiye`nin desteğiyle Poçitel eski görünününe kavuşmuştur. 2000 yılında Bosna-Hersek federasyonu koruma programına alınmıştır ve program hala devam etmektedir.
Üsküp Kalesi
Makedonya Cumhuriyeti`nin başkenti Üsküp`te bulunan tarihi kalenin, ilk olarak MÖ 6. yüzyıl ortalarında inşa edildiği düşünülmektedir. İmparator 1. Jüstinyen tarafından Doğu Roma kalesine ait kalıntılar üzerine tekrar inşa edildiğina inanılmaktadır. Kalenin tarihi ile ilgili basit detaylar dışında pek belge bulunmamaktadır.
Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi Sayahanetme`sinde kalenin o dönemdeki görümüne değinmiştir. Kale 1963 Üsküp depreminde hasar görmüştür ve günümüze kadar, oluşan hasar tam olarak giderilememiştir.
Üsküp`te, hisettirdiği tarihi derinlik ve ortaçağ havası ile mutlaka görmeniz gereken bir yer olan bu eski kale için sizleri Makedonya`ya bekliyoruz
Bosnalı Romeo Juliet
Bosnalı Romeo Ve Juliet
Bosna Savaşı ile ilgili pek çok acı hikaye vardır. Bunlardan biri de Bosnalı Müslüman kız Admira ile Sırp sevgilisi Boško`nun hikayesidir.
Admira, Bosnalı bir Müslüman, Boško ise Ortodoks Sırp bir erkektir. 1984 yılında ikisi de 16 yaşlarında olan gençler birbirlerine aşık olurlar. İkisinin de güzel hayalleri vardır gelecekle ilgili. Fakat Yugoslavya`da tırmanan gerilim sonunda savaşa dönüşür. Boško`nun önünde iki seçenek vardır; ya çetniklere katılacak ya da Bosna için savaşacaktı. Aşkı ağır basan Boško Bosna`da kaldı. Savaş şiddeti arttığında Saraybosna`yı terketme kararı aldılar. Boško karaborsa işinden bir miktar para biriktirdi ve çetnikler ile bir antlaşma yaptı. Antlaşmaya göre kaçarlarken ateş edilmeyecekti. 19 Mayıs 1993 günü saat 17:00 de iki genç Vrbanja köprüsünden geçmek için buluştular. Tüm hızlarıyla koşarlenken bir silah sesi duyuldu. Boško vurulmuştu ve çok geçmeden bir silah sesi daha duyuldu Admira, Boško`nun yanına yığılıverdi. Admira son bir çabala Boško`ya sarıldı.
8 gün boyunca elele tutuşuş cesetlerini kimse alamadı. Bugün Boško Brkic ve Admira Ismic, aslan mezarlığında yan yana yatmaktadır.
Eternal Flame
- Bosna-Hersek savaşçılarının kanları,
- Hırvat, Karadağ ve Sırp Tugayı,
- Şanlı Yugoslav Ulusal Ordusu ile
- Saraybosna Yurtseverlerinin ortak çabaları ve kurbanlarının, cesaret ve ortaklaşa dökülmüş kanlarıyla,
- 6 Nisan 1945'te Sırplar, Müslümanlar ve Hırvatlar
- Saraybosna, Halk Cumhuriyeti'nin Başkenti
- Bosna Hersek kurtuldu.
- Vatanımızın kurtuluşunun,birinci yıldönümünde - Saraybosna şehit düşmüş Kahramanlarına, minnet ve Şükranlarını sunar
Vječna vatra (Sonsuz Ateş ing. Eternal Flame) II. Dünya Savaşı’nda ölen sivil ve askerlerin anılarını ve birlikteliğini sembolize etmek için tasarlanan anıt, Saraybosna’nın Nazi Almanyası ve Hırvatistan tarafından dört yıl süren işgalinin bitmesinin birinci yıldönümünde, 6 Nisan 1946 günü açılmıştır.
Mareşal Tito (Maršal Tito) Caddesi ile Ferhadiye (Ferhadija) Caddesi’nin kesiştikleri yerde görebileceğiniz anıt için rehberlerimiz sizlere yardımcı olacaktır.
Inat Kuca
Bosna`nın en ilginç hikayesine değinmeden olmaz.
Inat Kuća…yani inat evi. Şimdiler de restore edilmiş haliyle, bir restoran olarak hizmet veren bu yer Boşnak inadı ile anılır. Tam tarihi bilinmemekle beraber 19. Yüzyılın sonlarında başlar hikayemiz. Osmanlı`dan sonra bölgeye yerleşen Avusturya-Macaristan imparatorluğu, Miljacka nehrinin kenarına, daha sonraları kütüphane binası olarak kullanılacak olan görkemli bir belediye binası yapmak ister.
Yapılan çalışmalar neticesine yer belirlenir. Fakat belirlenen yerde bir ev vardır, Banderija`ya ait olan ev, değerinden daha yüksek bir meblağ teklif edilerek , araya nüfuzlu kişiler konularak satın alınmaya çalışılır, fakat fayda etmez. Israrlı teklifler ve baskılar sonunda ev sahibi imkansız gördüğü bir teklif ile karşılarına dikilir ; Evi birebir şekilde nehrin karşısına taşınması. Dönemin yönetimi bunu kabul eder , ev birebir şekilde , tuğla tuğla şimdi ki yerine taşınır.
O zamandan günümüze Benderija’nın evi İnat Evi olarak anılır. 1997 yılında sevimli bir restorana çevrilmiştir. Ev halen daha her türlü yönetime meydan okumakta ve bir Bosnalının inadını sembolize etmektedir.
Kosova Bağımsızlığı
Kosova`nın Bağımsızlığının 15.yılı
17 şubat 2008
Tam 9 yıl BM ve Uluslararası sistem tarafından yönetilen Kosova, Kasım 2007 seçimlerinin galibi Kosova Demokrat Partisi lideri Haşim Taçi`nin başbakan, Cumhurbaşkanı Fatmir Seydiu`nun tekrar Cumhurbaşkanı olmasıyla Sırbistan`nın tüm yıldırma politikalarına ve baskına rağmen 17 Şubat 2008`de bağımsızlığını ilan etmiştir. Rusya,Sırbistan, Yunanistan ve Romanya gibi ülker tarafından bağımsızlığı tanınmayan Kosova`yı ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye`dir.
Mostar Köprüsü
1468 yılında Osmanlı himayesine giren bölgede yapılan ilk köprü çok eskidir, gevensizdir. Fatih Sultan Mehmet`in emriyle ahşap asma bir köprü inşa edilir.,Daha sonra yapılan Mostar köprüsü, 1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan Mimar Hayreddin tarafından inşa edilmiş olup, çok beğenilmesiyle bölgeye ismini vermiştir. Boşnaklar “Stari Most” olarak anar. Köprü, nehrin iki yakasında yaşayan Hırvat ve Müslüman kesimleri birbirine bağlamıştır. “Most” Boşnak dilinde köprü anlamına gelmektedir. “Stari Most” eski köprü demektir. Mostar ise “köprü tutan” anlamına gelmektedir.
Kaynaklara göre gençlerin cesaretini göstermek için köprüden atlama geleneği,1664 yılı Temmuz ayında başlamıştır. Günümüzde bölge yerlileri ve turistlerin yaptığı bu cesaret gösterisine, sizlerde bu heyecana şahit olabilirsiniz.
Tam 427 yıl bölge halkına hizmet eden köprü, Hırvat tankçıların yaptığı atışlar sonunda 9 Kasım 1993’te yıkıldı. Köprü nün yıkılış anı Bosna savaşının sembollerinden oldu. Köprünün yeniden inşası için eski taş ocakları yeniden açılmış 1997 yılında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı olan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Vakfı (TİKA)’nın ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO)’nun ortak çalışması ile tekrar inşaatına başlanmıştır. 2004 yılında tamamlanan inşaat sonrası , 2005 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasına alınmıştır. Mostar`ın insanlar üzerinde bıraktığı izlenim hakkında, Nobel ödüllü yazar Ivo Andrić şöyle demiştir ; “Mostar’da bir gece geçirdiğinizde sabah olunca sizi uyandıran ses değil, ışıktır.” Sizleride Balkan Tour farkıyla Mostar`a bekliyoruz.
Ujice Kalesi
Sırbistan ile Bosnayı bağlayan stratejik öneme sahip olan muhteşem kale Ujice(Užice) Ujice kasabasının kalıntıları, geniş bir vadinin, Djevojka havzasını yeniden inşa eden kayalık bir sırt üzerindedir. Sur, üç tarafını Jetinja nehrinin çevrelediği yüksek, nispeten ulaşılması güç bir sırt üzerine dikilmiştir.Batı, güney ve doğu yönünde 50 mt. Yüksekliğe varan uçurumlar vardır.
Ujice kalesi hakkındaki bilgiler XIV. yüzyılın ortalarında ki kaynaklara dayanmaktadır. 1366-1373 arasında ki bilgiler Vojinoic ailesinden Nikolic Altomanovic`e aittir. Nikoliç Altomanoviç'e aitti. Dubrovnik tarihçisi Mavro Orbini, 1372'de kalede ele geçirilen, yakalanan ve kör olan Nikola Altomanović ile Prens Lazar ile Kral Tvrtko arasındaki çatışmayla ilgili olayları tanımlayarak Ujice'den bahsetmektedir. Not, paranın mustahfizlere (kalenin koruyucusu) "Vilajet Laz'da", 1478 ve 1479'da sunulması hakkında bilgi içerir. - Dr Katiç diyor. - "Laz", "Lazareviç" in bir kısaltmasıdır ve muhtemelen o bölgenin iktidarındaki Sırp asaletini de belirler.
Bu bir varsayımsa, aşağıdakiler söz konusu değildir: Mustahfizilere her gün 136 as (küçük Osmanlı gümüş parası) ödenir. Bu da, kalenin muhafızlarının günlük ortalama servetinin 5-6 as olduğunu gösterir. Tasarım (mürettebat ve kale ekibi) ve bohemia başkan yardımcısı) ile "Üç ampul" ("düzineler" gibi oluşumlar) ... 1498 tarihli nüfus sayımına göre, Ujice Osmanlı İmparatorluğu'nda bir köy statüsüne sahipti. Ujice hızla gelişti ve Osmanlı kasabasi statüsüne yüksedi. 1516'da Ujice, 95 Hıristiyan hanesi ve 160 Müslüman haneye sahipti! Esnaf ve sanatkarlardan oluşan kasaba sakinleri(genellikle minare olmadan ibadet küçük Müslüman yerlerde) yapiyorlardi. Ujice kalesinin varlığının ilk yazılı ipucu tarihi 1516 yılına aittir ve kesin yazılı iz 1560 yılına kadar uzanmaktadır.
Coğrafi konumu ve stratejik önemi kalenin görünümünü etkilemiştir. Üst kısımda, askeri ekiplerin, teçhizatın ve yiyeceklerin yer aldığı tesislerin ortasında ve altta yarım daire şeklinde bir kule vardı. Su kulesi nehre bağlanmış, kale tekrar tekrar yıkılmış ve yeniden kurulmuştur. Önemli iyileştirmeler ve tahkimatlar 1478'de, daha sonra 1688 ve 1737-1839 yıllarındaki Avusturya-Macaristan savaşları sırasında ve son olarak da 1813-1819 yıllarında İkinci Sırp Ayaklanması'ndan sonraki kisa surede restorasyonu gerçekleştirilmiştir. Son olarak, 1863 yılının Ocak ayında Osmanlının kentten ayrılması sırasında bir askeri tesis devre dışı bırakıldı ve yıkıldı. Arkeolojik araştırmalar, Kralevo'dan Kültürel Anıtların Korunması Enstitüsü ve 1973- 1984 yılları arasında Ujice Ulusal Müzesi'nin kısmi yeniden inşası ve korunması sayesinde, yüzyıldan fazla süren kentin çöküşü ve ortadan kalkması durduruldu.
Eldar UKA
Kaynaklar: 1.Darko Aleksandar, Srednjovjekovni gradovi u Srbiji,
Crnoj Gori i Madoniji,
Beograd, 1950.